Yiyip içtiğiniz ürünlerin etiketini okuyor musunuz? Okuyunca anlıyor musunuz? Mesela ‘doğala özdeş’ ne demektir? İşte masal ülkesinin raflarını süsleyen ürünleri anlatan ancak müellifi bilinemeyen ilginç makale
Kayseri’deydim. Öğlen, yemek için bir yere götürdüler. Kayseri’nin ünlü bir mantıcısı imiş. “Yer” demek doğru değil, entegre tesis mübarek.
Bir kapıdan 80 kilo giren, diğer kapıdan 100 kilo çıkar.
Yedik, içtik.
Paketlenmiş hazır mantı da satıyorlar.
Aldım iki kutu mantı, eve getirdim, koyduk dondurucuya.
Bir ay sonra yemeye kalktık, baktık mantı acılaşmış.
Niye ki? Eti mi bozuldu?
Etin bozulması mümkün değil, çünkü et yerine soya kıyması kullanıyorlar, içinde et olan mantı neredeyse kalmadı.
Sorduk, öğrendik.
Acılık içindeki azot gazından geliyormuş.
Raf ömrü uzasın diye paketlenme aşamasında azotu basmışlar mantıya.
“Doğala özdeş!” mantı!
Bir bilgi daha: O, mantının raf ömrü uzasın diye içine konan azot gazı, zamanla gıda zehirlemesine yol açıyormuş.
Bunların hepsi “doğala özdeş” gazlar. Onlara “gıda gazı” diyorlar.
Azot gazı da, oksijen de istenmeyen durumlarda “inert” atmosfer oluşturarak gıdaların kısa sürede bozulmasını önlüyor.
Meselâ taze etlere de oksijen gazı veriyorlar ki, hep taze, kıpkırmızı görünsün raflarda.
Yasal bunlar, girin internete, “gıda gazı” diye yazın, görün neler yediğinizi.
***
Geçenlerde markete girdim. Baktım markette zencefilli gazoz da var.
İthal…
Ne mutlu bize. Biz de Batılı marketlerdeki gibi, sokağımızın başındaki markette zencefilli gazoz bulabiliyoruz.
Ya bulamasaydık?
Ne büyük bir eksiklik olurdu.
“Biz, işte böyleyiz abi. Elin adamı yapıyor…” edebiyatı başlar mıydı? “Zencefilli gazozsuz” bir hayat çekilir bir hayat olur muydu?
Biz zavallı “az gelişmiş”, “Doğulu” ülke halkı bugüne kadar “zencefilli gazoz” içmeden nasıl yaşamışız?
Gelin de Orhan Veli’nin “Hardalname” şiirini hatırlamayın. Toprağı bol olsun, ne diyordu “Veli’nin oğlu”?
Ne budala şeymişim meğer,
Senelerden beri anlamamışım
Hardalın cemiyet hayatındaki mevkiini.
“Hardalsız yaşanmaz!”
Bunu Abidin de söylüyordu geçenlerde
Daha büyük hakikatlere
Ermiş olanlara.
Biliyorum, lâzım değil ama hardal,
Allah kimseyi hardaldan etmesin.
Çok şükür artık zencefilli gazoz da içebilen bir toplumuz.
İyi hoş da, şişesine bir bakayım dedim, içinde zencefil var mı?
Yok. Aroması da, rengi de yapay.
Ama kendisi “doğala özdeş”. Tıpkı içinde üretildiği toplumun “doğası” gibi.
***
Markette zencefilli gazoz şişelerinin “Gel gel” ettiği rafların az ilerisindeki balık reyonunda gördüm: Kutulanmış havyar.
Bilenler bilir, siyah havyar kutusu tipiktir.
Baktım, Rusça ve Kril harflerinin taklidi İngilizce “Chaviar” yazıyor kapakta.
Bir de mersin balığı resmi. Altına da, “Original product of Russia” yazmışlar.
Karadeniz’de mersin balıklarını bitirdik şükürler olsun.
Ruslar, Azeriler ve İranlılar uyanıklık yaptılar, Hazar Denizi’nde balığı yakalayıp ameliyatla yumurtasını alıp, balığı geri bıraktılar.
Biz Türk usûlü çalıştık, balığı da, yumurtayı da yedik. (Hatta yumurtlama erginliğine gelmemiş balıkları da yedik).
Kavanozdan gördüğüm kadarıyla siyah inci taneleri parlıyor, tıpkı havyar.
Satıcıya sordum: “Bu mersin balığı havyarı mı?” “Evet abi.” dedi.
“Neden ucuz?”
“Rusya’dan geliyor abi, Hazar havyarı”.
Kavanozun altındaki etiketi de okumalı. Derin bilgiler var orada.
“İçindekiler: Okyanus balık bulyonu (uskumru); tuz, zeytinyağı; pektin E211, sodyum benzoat E202, Potasyum Sorbat, Doğal renk E153.”
Muhteşem, değil mi?
Sen uskumruyu al, parçala, minik toplar yap, siyaha boya, koruyucu kimyasallarla harmanla ve el âleme “doğala özdeş havyar” diye kakala.
Satan adamın haberi yok.
***
Markete üzüm gelmiş. Kırmızı, iri, dipdiri şeyler. Erik gibiler maşallah!
Nereden geliyor bunlar? Bir sorun bakalım.
Şili’den.
Şili mi?
Evet!
Kaç gündür buradalar?
3-5 gün oldu.
Düşünün, Şili’nin bir köyünde topluyorlar bunları.
Uzun yolculuklar sonunda bizim mahallenin marketine kadar geliyor. Bir süre markette bekliyor. Alıyorsun eve getiriyorsun, evde de 3-5 gün daha, bana mısın demiyor.
Hâlâ kütür kütür.
İyi ama nasıl?
Şahane şeyler var, adına ilâç diyorlar. Üzümlere verilen bu ilâçlardan birinin etiketindeki faydaları sayalım meselâ:
– Dane büyüklüğünü arttırır.
– Dane ağrılığını arttırır.
– Dane şeklini daha düzgün olarak değiştirir.
– Tam olgunlaşmadan daneye parlak, sarı yeşil rengini verir.
– Dayanıklı ve dirençli kabuk sayesinde hasat ve hasat sonrası olabilecek yaralanmalar en aza iner.
– Üründe hastalıklara direnç katar.
– Kullanım dozu yükseldiğinde sofralık üzümlerde hasadı geciktirir.
– Raf ömrü uzar.
Nedir bu?
“Sitokinin”.
Büyüme hormonu.
Bakın şu şansa ki, sitokinin insanda da aynı işe yarıyor.
Sonra anneler şikâyet ediyorlar: “Ee, benim çocuk erken kıllanıyor!”
Bu dünya böyle hanım abla, sen üzümü alırken kıllanmazsan, çocuğun kıllanır.
***
Adana’da tanıdığım çiftçiler var.
Yazın Çukurova’nın Temmuz güneşi altında soğutması olmayan tankerlerle süt topluyorlar mandıralara.
Şoföre soruyorum: “Bozulmuyor mu bu sıcakta süt?”
“Abi, tankere iki bardak hidrojen peroksit döküyorum, akşama kadar bir şey olmuyor.”
“Hidrojen peroksit” dediği şey kadınların saçlarının rengini açmak için kullandıkları bir kimyasal.
Çok kötü değil, sadece canlıları öldürüyor.
Süte koyunca bütün bakteriler ölüyor, geriye bozulacak ve bozacak bir şey de kalmıyor.
Doğal olmasa da, “doğala özdeş” süt!
***
Bizim sokağın başında bir çiçekçi var, kaldırım kenarında karanfil ve gül satıyor.
Satmadan önce üstlerine koku sıkıyor.
“Doğala özdeş” koku, “doğala özdeş” gül!
Zavallı bülbül!
***
Bu anlattıklarımın hepsi yasal.
Temel problem şu ki: İnsan doğa ilişkisi değişti.
İnsan yeni bir doğa kurgusu yaptı, kendini doğanın dışına aldı, doğayı alınır-satılır mal yaptı, sentetikleştirdi ve tüketime sundu.
Hal böyle olunca, insan kendisinin doğal bir varlık olduğunu unuttu. (Beşer işte, unutacak elbet.)
İnternetten pantolon, ayakkabı, peynir, arkadaş ve sevgili edinmeyi marifet bildi.
Optik kabloların sunduğu hayatı da hayat bildi.
İnsan artık bu!
DOĞALA ÖZDEŞ!